En yeni tanımıyla sürdürülebilirlik
Bugün geldiğimiz noktada; sürdürülebilirlik, iş dünyasının öncelikli gündemi. Bu gündemin tüm toplum, özellikle de yeni nesil tarafından doğru algılanması ve sürdürülebilirliğin sadece çevreyi değil, ama ekonomik ve sosyal kalkınmayı da kapsayan bütüncül bir bakış açısına sahip olduğunun anlaşılması çok önemli.Toplumsal kalkınmanın başarıya ulaşması için toplumların refah düzeyinin artırılması, eğitim ve sağlık sistemlerinin iyileştirilmesi, yeni istihdam alanlarının açılması ve düşük karbon ekonomisi modellerinin geliştirilmesine ihtiyaç var.
Sürdürülebilir büyüme; dijital erişimden kapsayıcılığa, çalışan ilişkilerinden şeffaflığa pek çok kavramı bir araya getiriyor. Bu ortamda yatırımcılar başta olmak üzere paydaşların da akıl haritası değişiyor. Yatırımcılar artık sadece sorumlu üretim ve hizmeti gözetmekle kalmıyor; aynı zamanda çevre ve toplum üzerinde yaratılan etkiyi de dikkate alıyor. Dolayısıyla, finansal gücü pekiştirmenin, kurumsal itibarı artırmanın, müşteri ve çalışan bağlılığını sağlamanın yolu etkin ÇSY (Çevre-Sosyal-Yönetişim)’den geçiyor.
Küresel yeşil piyasa 700 milyar doları aştı
Finans ve bankacılık sektörü ise, özellikle son 30 yıldır, sürdürülebilir kalkınma odaklı yatırımların gerçekleştirilmesi, farklı sektörlerin yeşil dönüşüm süreçlerinin teşvik edilmesi, iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik uygulamaların benimsenmesi ve teknolojik gelişmelerin hayat bulması için öncü ve sürükleyici bir rol üstleniyor.Dünya Bankası (2018) ve Oxford Enerji Araştırmaları Enstitüsü (2022) verilerine göre, 2020 yılında küresel yeşil tahvil piyasası 700 milyar doları aştı. Bu piyasadan elde edilen gelir sırasıyla en çok enerji sektörü, düşük karbonlu binalar ve ulaştırma alanlarında kullanıldı. 2021 yılında ise küresel yeşil tahvil piyasası 1 trilyon doların üzerine çıktı. 2022 yılı sonu itibariyle, gelindiğine, küresel ölçekte ihraç edilen yeşil tahvil hacmi 3,7 trilyon dolara ulaştı.
Türkiye’nin dijitalleşme, teknoloji, yeşil ekonomi, inovasyon destekli üretim, çağın gerekleri ile donanmış insan kaynağı ve veri üzerine inşa edilmiş yaratıcı stratejilere ve büyüme modeline ihtiyacı var. Dolayısıyla, şirketlerin de adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkelerini esas alan kurumsal yönetim ilkeleri üzerine kurulu yapılar inşa etmesi gerekiyor. Dünyada sürdürülebilirlik kriterleri göz ardı edilerek atılan bir adımın, gezegenin herhangi bir noktasında başka bir canlıya zarar vereceğini artık çok iyi biliyoruz. Bu süreçte Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları şirketler için çok önemli bir yol haritası oluşturuyor. 2015 yılında ortaya konan ve 2030 yılında ulaşmayı hedeflediğimiz 17 amaç; ülkelerin, şirketlerin, toplumların neyi önceliklendirmesi, gerektiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu amaçları merkeze koyan bir yol haritası ile ekonomik, sosyal ve çevresel alanda iyileştirici aksiyonlar almak her birimizin temel görevi olmalı.
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na (SKA) erişilebilmesi ve 2030 gündeminin yakalanabilmesi için yıllık 2,5 – 3 milyar ABD doları civarında bir yatırım ihtiyacı bulunuyor. Hem finansman sağlayan kuruluşların kredilendirme süreçlerinde sürdürülebilirlik ilkelerini gözetmeleri, hem de finansmanı projelerinde kullanan şirketlerin bu ilkeler çerçevesinde iş yapmaları risklerin daha iyi yönetilmesi ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması açısından çok önemli.
Tüm dünyada, uzun yıllardır sürdürülebilirlik ve yeşil dönüşüm hedeflerine yönelik çalışmalar yürütülüyor. Yaşanan doğal afetler, sosyal ve ekonomik riskler, aslında sürdürülebilirliğin ne kadar önemli olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. İklim krizinin yanı sıra tüm dünyanın, bir arada yaşayacağını asla öngörmediği çoklu kriz bir ortamındayız. Bugüne kadar -mış gibi alınan aksiyonlar bizi başarıya götürmedi. Bu doğrultuda önümüze yeni hedefler koymalı, yeni umutlar yaratmalıyız.
Yerel pazarda başarıyı yakalayan ve artık global ölçekli bir büyüme hedefleyen şirketlerin sürdürülebilirliği iş modeli olarak benimsemesi kaçınılmaz. Sürdürülebilirlik bizim için; “Doğru İş Yapımı”, “İnsanı Odağa Almak”, “Sosyal Etki Sağlamak” ve “Çevresel Etkiyi Azaltmak” olmak üzere dört ana başlıkta toplanıyor.
Rönesans Holding olarak 64 farklı milletten 18 binden fazla çalışanımız var. ENR’ın tescil ettiği üzere, dünyanın 24’üncü, Avrupa’nın ise en büyük 8’inci uluslararası müteahhitlik şirketiyiz. Türkiye’de bugüne kadar yerli ve yabancı ortaklarımızla yaklaşık 7 milyar Euro’luk yatırım projesini hayata geçirdik. 2027 itibarıyla bu tutarın 10 milyar Euro’yu aşmasını bekliyoruz. Bu yatırımlarla, toplam 2 milyar Euro tutarında doğrudan yabancı yatırımı da ülkemize kazandırdık.
Gelirinin büyük kısmını yurt dışındaki projelerden sağlayan bir şirket olarak, yatırımlarımızın büyük kısmını ise Türkiye’de yapmayı tercih ediyoruz. Bunun altındaki en büyük motivasyonumuz, ait olduğumuz topraklara katkı sunma arzusu.
Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada finansal zorlukların yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bunun başlıca nedeni, küresel olarak yaşanan çoklu kriz ortamı ve belirsizlikler. Bu süreçte; uzun vadeli ve bütüncül bakabilmek, günü kurtarmaya değil, sürdürülebilir değerler yaratmaya odaklanmak gerekiyor. Yaşadığımız dünyada, başarı sadece elde ettiğimiz finansal sonuçlarla ilgili değil. Başarıyı çok daha geniş perspektifte ele almak gerekiyor. Yatırımcıya sağlanacak ticari fayda kadar, bu ticari faydayı nasıl bir sosyal faydaya dönüştürebildiğiniz önemli. Son 10-20 yıla baktığımızda, salt kâr amaçlı büyümenin gezegenimizi ne hale getirdiğini görüyoruz. Bu büyüme modelinin, ekolojik ve toplumsal sorunları daha da büyüteceği bir gerçek. Bizim anlayışımız Türkiye, dünya, insanlık, doğa için sorumlu davranarak büyümek; bu büyümeyi de toplumsal fayda için kullanmak.
Bu nedenle önceliğimiz her zaman; iş güvenliği ve iş etiğini esas almak, rekabetçi, yenilikçi olmak, güçlü iş birlikleri ve iş ortaklıkları kurmak, uluslararası finansman yaratma kabiliyetimizi iş tecrübemizle birleştirmek, yeni pazarlarda yeni iş kolları yaratmak ve bulunduğumuz coğrafyalara katkı sağlamak oldu.
Başarı kriterlerinin ve değer yargılarının yeniden tanımlandığı bu yeni normalde, şirketlerin kendilerini sürekli daha iyiye zorlaması, sürekli daha iyiyi araması, gelişmesi ve tüm paydaşları için yaşanabilir bir dünya için çalışması gerekiyor. Şartlar ne kadar zorlu olursa olsun, toplum ve insan odaklı düşünen organizasyonların başarılı olacağını biliyoruz.